16 Ocak 2009 Cuma

Doğdum...


Böyle cansız ruhsuz söylediğim şey, benim bugün doğumgünüm olduğunu belirtiyor. Heey, yaşasın falan değil mi? Değil...

Annemle kapışmamızın iki gün sonrasına doğum günü koyunca, ailedeki pek çok insanın benim varlığımı unutması bir tesadüf olmalı. Yoksa bana hiçbir hediye alınmaması, tebrik mesajı atılmaması ya da "kaan yarın dvd'yi getirsene. ha mutlu yıllar bu arada" gibi samimiyetsizliklerin bile yapılmamasını nasıl açıklayabilirim ki?

Hehe, Ezgi telefonda hala, "Ya Kaan belki sürpriz yaparlar, onlar senin ailen..." falan diyor. Ben de "Ezgicim. Benim ailem yok. Bu fikre ne kadar çabuk alışırsan benim için o kadar az üzülürsün tatlım." dedim.

Evet. Harbiden benim ailem yokmuş. Doğumgünümü bile kutlamayıp bir de üstüne bana küfür eden bir babam, doğumgünümü o günü yok sayarak ve beni evlatlıktan reddeden bir annem var... Ha tabii, annem bana kızdı diye bana tavır almış yaklaşık yirmi tane de akrabamı da unutmamak lazım.

Life is just great! =) Hıhı evet. Bakın smiley...

Neyse, iyi ki doğmuşum yine de. Teşekkür ederim yapımda emeği geçen herkese.

31 Aralık 2008 Çarşamba

İkiBin9

Kabul edelim, 2008 boktan bir yıldı. İyi şeyler olmuş olabilir, tabii ki olacaklar; ama olan kötü şeyleri dengelemeye yetmiyorlar. Arkadaşlıklar bozuldu, birliktelikler bitti, öğrenciler vuruldu, polisler suçlandı, ayakkabılar havalarda uçuştu...

Ama hakkını yemeyeyim 2008'in, güzel olaylara da vesile oldu. Buradan daha güzel mekanlardan birinde, Can yazar oldu. Senelerce istediği şeyin peşinde koşan, sadece "off lan olsa çok über olurdu" deyip yetinmek yerine çabalayıp didinen adam, herhangi bir gazete bayiisine gittiğinizde oradaki binlerce sayfalardan birinde yazarlığını icraa ediyor. Evet, artık herifi okumak için para vereceğiz. Yuh!

Başka ne oldu? Ben değiştim. Evet, değiştim. Daha önceki değişmelerimin aksine "lan ben değiştim. evet evet, bi değişim seziyorum. oh bi titreşim de var sanki. oha telefon çalıyomuş." diye diye kendimi gaza getirmek yerine bu işi ciddiye alarak kendimi toparladım. Değiştiğimi başka insanlardan duymam gerekiyordu. Onlar bana yalan söylemezdi, gerekirse ağzıma sıçar, sırtımdan vuraasfasdasfgh...

Ama ne oldu? Dün MSN'de Ece ve Can'la konuşurken, aylardır ilk defa benimle ben selam veriyorum diye değil, eğlendikleri için konuştuklarını hissettim. Öyle olmayabilir belki, bana öyle gelmiş olabilir; ama o his bana yetti. Ben değiştim abi. Artık utanmadan, milleti kandırmaya çalışmadan, gururla söyleyebilirim.

BEN BİR GAY'İM VE BUNUNLA GURUR DUYUYO...

öhöm şaka.

Ben değiştim...

Ama tırt espri anlayışım hala yerinde gördüğünüz gibi. 2009'da da yerinde duracak muhtemelen, çünkü Ezgi'nin 1001 facepalm'ını görmek buna değiyor. :P

2009 güzel bir yıl olacak. Her şey yolunda gidecek, tüm açık uçlar bağlanacak, yeni alchemy'ler geliştirilecek ve ben, aşık olduğum kız ve harika arkadaşlarımla süper bir yıl geçireceğim.

Çünkü ben her şeyde süper değilim, bari geçireceğim yıl süper olsun.

Fazla felsefik olmadı gördüğünüz gibi. İsterim ki Onur gibi döktüreyim, Mehmet gibi çalkalayayım, Can gibi zeytin ekleyip Yiğitcan gibi içeyim; ama ben buyum abi. Yazar olarak pek bir numaram olmayabilir; ama elimden geldiğince etrafımdakileri mutlu etmek, güldürmek ve eğlendirmek istiyorum.

Çünkü "Ben solo takılayım. Kimseye ihtiyacım yok. Better off..." falan diyorsanız küçük dünyanızda, acilen çıkın o ruh halinden. Arkadaşsız çekilmiyor bu dünya.

Ben şanslıyım ama. En yakın arkadaşıma aşığım deli gibi. Diğerleri de sağolsunlar beni yalnız bırakmıyorlar. Daha ne isterim?

Ha evet, isterim. Ama kaçırdım o şansı. İstenmiyorken istemek yalnızca üzüyor beni. Kendimi kanıtlamaya çalışmak da yersiz. Jüri kararını vermiş, yargıç oturumu kapatmış. Offline görünüyor. O yüzden susuyorum. Mutlu olmaya çalışıyorum.

Çünkü eğer etrafınıza bakarsanız, cidden, mutlu olacak yığınlarca şey var. Bir yerinden tutun artık hayatı, olmayan şeylerin için emo takılmak yerine olan şeyler için sevinmeye başlayın.

Her şey için teşekkür ederim.

Hepinize iyi yıllar.

24 Aralık 2008 Çarşamba

Yataktayız

Tamamiyle bilimsel amaçlar uğruna, yeni bir reality show olan Yemekteyiz adlı programın ismini, yataktayız olarak değiştirdim. işte sonuçlar:

-Bu akşam şunu anladım ki, biz yatağa değil, arkadaşımızın şovunu izlemeye gelmişiz.

-Servis çok yetersizdi

-Profesyonel ellerde çok daha iyilerini tattım. bu akşamkinden ise keyif alamadım.

-Damak tadıma kesinlikle uygun değildi. çok daha iyilerini tatmıştım.

-Kesinlikle çok tatlıydı ve hemen su içmem gerekti.

-O an dayanamadım. tansiyonum yükselecek sandım. çıkarmak zorunda kaldım.

-Siz muz sevmiyorsunuz sanırım.

-Çok kötü bir akşamdı. hiç zevk alamadım.

-Yarışmacımızın vakti daralırken, konuklar da yavaş yavaş gelmeye başlamıştı.

-Veee ilk konuğumuz geldi!

-Çok pisti. eğer böyle olduğunu bilseydim asla yemezdim.

-Ben aranızda en küçüğüm.

-Ben onu da sevmem.

-İşin püf noktası, aslında abartılı olmamak.

-Çok stresliydi. performansı hiç iyi değildi.

-Üste çıkmaya çalışıyormuş gibi geldi bana.

-Bu hafta onu da göreceğiz!

Ve daha niceleri...

Büdüt: Esprilerin çoğunun sahibi Melody Hanım'a sevgi kelebeklerimi yolluyorum. Bu kadar minyon, şeker bir kızdan böyle espriler nasıl çıkıyor ben bile anlayabilmiş değilim bu arada.

Hayat...

Otobüsle gidiyorum sabahları. Sabah 7'den önce kalkmaya çalışıp soğukta titreyerek biniyorum yeşil otobüslerden birine. Kulağımda bazen Air, bazen Mogwai... Ama uzun zamandır değişmeyen tek şey, kendimi uykuyla uyanıklık arasında sıkışıp kaldığım o yerden kurtarmaya çalışırken gözüme ilişen görüntü: otobüsün buğulu camları...

Bakıp geçilebilecek bir şey belki; ama alamıyorum gözlerimi. Gözlerim kapanırken zihnimdeki tek şey o buğulu camlar oluyor. Otoyolun ışıkları bulanık ve hızlı akıp gidiyor gözleriminin önünden. hiçbir şeyi seçemiyorum onlardan başka. Silemiyorum camı, çünkü dışardan buğulanmış. anlayamıyorum durağıma gelip gelmediğimi. etrafımdaki insanları gözlüyorum sürekli. Kıpırdanmalar başlarsa ben de kalkıyorum yavaş yavaş; ama asla göremiyorum dışarıyı. Otoyol ışıkları da yoksa eğer, tamamen karanlıktayım.

Uzun zamandır düşünüyorum. hayatımı sürekli bir şeye benzetmeye çalışıyorum. Sürekli bir anlam aramaya, hareketlerimin ve kararlarımın bir şeyleri değiştirdiğine kendimi ikna etmeye çalışıyorum. Sanırım bir sonuca vardım en sonunda:

Benim hayatım, otobüsün buğulu camlarından dışarı bakmak gibi. Amaçlarımı veya varış noktalarımı anlayamıyorum, etrafımdaki insanların hareketlerinden çıkarımlar yapmaya çalışıyorum. Camı silemiyorum, dış etkenleri değiştiremiyorum. Yalnızca sönük ışıkların hızla süzülüp geçmesini izliyorum. Kafamda planlarla, kulağımda huzurlu notalarla uyuyakalıyorum. en iyisini umarak.

Nihayet

Al işte, ben de aldım en sonunda bir tane blog. Bilumum iyimser düşüncelerimi burada kötüleyeceğim, başka yerleri kirletmeyeceğim. Yemekten önce ellerimi yıkayıp sonra dişlerimi fırçalayacağım.

Öyle yani...